“İnsanın onuru ile arasında çok ince bir çizgi vardır o da verdiği sözdür” demiş bir filozof..
Ayrıca atalarımız “Hayvan yularıdan, insan ikrârından (sözünden) tutulur” demişler..
Gerçekten bir insanın değerini ve kalitesini ölçmenin en doğru yolu verdiği sözün gereğini yapıp yapmadığına bakmaktır..
Bu yönüyle sözünün eri bir kişiye aynı zamanda emin ve güvenilir bir insandır denilebilir..
Kalıbının adamı olmak deyimi de aslında sözünün adamı olmak ile ilgilidir..
Aynı şekilde “Boyuna posuna baktım adam sandım” denmesinin altında yatan gerçek anlam da sözünü yerine getirmek ile ilgilidir esasında..
Söz ile itibâr arasında işte böyle çok sıkı bir ilişki vardır..
Tâbi burda gerçek anlamı ile bir itibâr kavramından söz ediyoruz..
Yoksa, para pul, şan şöhret yada makam mevki değil kâstımız kesinlikle..
Bütün bunlar sadece belli zaman diliminde ve belli insanlar nezdinde belli bir miktar önemli kılar insanı..
Ama bir insanın önemli olması onun değerli ve itibâr sahibi olduğu anlamına da gelmez her zaman..
Tarihin çöplüğü nice böyle önemli ama itibârı yerlerde sürünen insanlarla doludur…
Zaten “İtibârdan tasarruf olmaz” sözü tamda bunun için kullanılmıştır…
Şunu anlamak lazım bu sözden..
Doğruluktan ve dürüstlükten ayrılma, yalandan uzak dur, verdiğin sözü tut ki, itibâr kaybına uğrama..
Yani itibârını israf etme..
Yoksa şâşââlı, şatafatlı veya ihtişamlı bir hayat sür anlamına gelmez bu söz..
Aslında bir insan böyle bir hayat yaşarsa itibâr kaybına uğrar sonuçta..
Bunları şunun için anlattım..
Güncel bir konu..
Biliyorsunuz 15 Temmuz Hadisesi halkımız tarafından bir şekilde bertaraf edildikten sonra Sn.Cumhurbaşkanı’nın şöyle bir beyanı oldu..
Avukatlarıma talimat verdim şahsıma hakaretten açılan bütün şikayetlerimi geri çekiyorum..
Öyle bir atmosferde bunu çok doğru bir hareket olarak gördük ve sevindik gerçekten.
Toplumsal barışın temini için önemli bir adım olabilir diye düşündük hepimiz..
Artık geçmişi bir kenara koyup ve önümüze bakmanın tamda zamanıydı aslında..
Bir devlet adamına yakışır âlicenaplık olarak değerlendirilmesi gereken bir söz verilmişti sonuçta.
Bir devlet sözüydü aynı zamanda bu.
Çünkü devleti temsil eden şahsın ağzından çıkmıştı..
Ama kazın ayağı öyle değilmiş ne yazık ki.
Her zaman ve her yerde olduğu gibi bu konuda da adamına göre muamele yapmışlar ve kişisel husumetleri olduğu gerekçesiyle bazıları hakkında açılan davaları geri çekmemişler..
Bu kişilerin başında ise hepimizin tanıdığı bir isim var..
Alaattin Çakıcı…
Alaattin Abi…
Neden böyle ayrı bir muameleye tâbi tutulduğu malum aslında..
Dik durması.
Omurgalı oluşu..
Sözünün eri ve kalıbının adamı olması..
Yalakalığı bir yaşam tarzı haline dönüştürmeyi düşünmemiş bir insan olması..
Böyle daha bir çok meziyeti şahsında birleştirmiş güçlü bir karaktere ve gerçek bir itibâra sahip bir isimden bahsediyoruz..
Şunu diyorlar aslında.
Diz çök..
Özür dile.
Biât et..
Kısaca öl demek istiyorlar.
İtibârını beş paralık et..
Tüm değerlerini sıfırla..
Bütün doğrularını unut..
Bizim gibi düşün, bizim gibi ol..
Sonuç..
Özgür ol..
Özgürlüğün bedelinin bu kadar ağır olduğu bir örneğe az rastlanır doğrusu..
Aynı zamanda büyük bir işkencedir ve bir bakıma insanlık suçudur bu istenilen şey.
Alaattin Çakıcı olarak girdiği hapishaneden bir hiç olarak çıkmasını teklif ediyorlar..
Bir mahkumiyeten başka bir mahkumiyete kapı açıyorlar sadece..
Müebbet bir yokluğa mahkum olmasını istiyorlar..
Daha ağırı olamazdı..
Peki bir vatandaş olarak bizler şunları sorma hakkına sahip değil miyiz acaba ?
Ortada verilmiş bir söz var ve bunun gereği neden yapılmıyor?
Neden hukuk önünde herkes eşit değil?
Neden devletimiz kişisel hesapların görüldüğü bir kurum gibi davranıyor ?
Daha çok konuşulacak şey var aslında ama fazla da gerek yok bu saatten sonra.
Devlet sözünün bir hükmünün olmadığı yerde bizim sözümüzün ne hükmü olabilir ki?
Söz dediğin şöyle olur..
SÖZ OLA KESE SAVAŞI, SÖZ OLA KESTİRE BAŞI..
Üzeyir Çakmaktaş